Deyimler Sözlüğü  "C-Ç" Harfiyle  Başlayanlar
-C- Harfiyle Başlayanlar
Cadı  kazanı: Fesadın ve dedikodunun çok olduğu, herkesin birbirine düştüğü, türlü  düşmanlıkların kaynaştığı, hile ve düzenlerin kurulduğu yer."Mahalle bir anda  cadı kazanı gibi kaynamaya başladı."
Caka satmak: Çalım satmak,  gösteriş yapmak."Caka satmayı bırak da işine bak."
Cambul cumbul: Pek sulu,  suyu bol (yemek için)."Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu."
Cana  can katmak: İnsanda yaşama sevincini artırmak; insana neşe, heves ve iç gücü  vermek."Ah o cana can katan yaylaya bir daha çıkabilsem."
Can alacak yer  (nokta): Bir şeyin en önemli yeri, en temelli noktası."Meselenin can alıcı  noktasına bir türlü ulaşamadık."
Cana minnet (bilmek): İhtiyacı olduğu  hâlde arayıp da bulamadığı şeylerden saymak."Yalnızca su mu? Canıma minnet,  çabuk ver."
Can atmak: Herhangi bir şeye sahip olmayı, ya da herhangi  bir şeye erişmeyi çok istemek."Top oynamaya can atıyordu."
Can borcunu  ödemek: Ölmek."Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder  kurtulurum."
Cana yakın: Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak  davranan."Ne cana yakın bir insanmış meğer."
Can baş üstüne:  İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır."Can baş  üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim."
Can çekişmek:  Ölmek üzere bulunmak."Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu."
Can  damarı: Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması  için en önemli araç."Babam evin can damarıdır."
Can damarına basmak:  Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını  açığa çıkarmak."Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri  gördüler."
Can dayanmamak: Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek  karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek."Yıllarca uğraşıp  didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?"
Can  düşmanı: Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost  olmayan."Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı."
Can evi: 1.  Yürek. 2. En duyarlı bölge."Onları can evlerinden vurmaya yemin etti."
Can  evinden vurmak: En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha  yaşama imkânı kalmayacak şekilde vurmak."Onları can evinden vurmalıyız ki bir  daha bellerini doğrultamasınlar."
Can havli ile: Ölüm korkusundan  kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak)."Silâh sesini duyunca can  havli ile yerinden fırladı."
Canı burnuna gelmek: Bir şey yaparken çok  zorluk çekmek, bunalmak."Kömürü taşıdım ama canım da burnuma geldi."
Canı  (gönlü) çekmek: Bir şeyi istemek, istek duymak, çok arzulamak."Şimdi o yeşil  eriklerden olsa da yesek, öyle de canım çekti ki."
Canı çıkmak: 1.  Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok yıpranmak."Onu razı edinceye kadar canım  çıktı."
Canı gitmek: Önem ve değer verdiği, beğendiği bir şeye zarar  gelecek diye çok korkmak, kaygılanmak."Araba çizilecek diye canı  gidiyor."
Canına değmek: 1. Çok hoşlanmak, yararına yapılan işten  ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu şad olmak."Büyükannenin canına değsin, ikramın bizi  oldukça sevindirdi"
Canına kıymak: 1. İntihar etmek, kendini öldürmek.  2. Acımadan öldürmek. 3. Kendini yoracak, yıpratacak kadar iş görmek."Komşunun  kızı canına kıymış."
Canına okumak: 1. Bir kimseye büyük bir zarar  vermek, kötülük etmek. 2. İyi bir şeyi kötü hâle getirmek, heder etmek,  harcamak."Yeni aldığım oyuncağın canına okudu bir günde."
Canına tak  demek: Sabrı kalmamak, bir sıkıntıya dayanamaz duruma gelmek."Canıma tak  dedi artık, ya yaptıklarına son verirsin ya da burayı terkedersin!"
Canına  yandığım (yandığımın): Kimi zaman sevgi ve hayranlık, kimi zaman da  kızgınlık ve öfke gibi duyguları anlatmak için kullanılır."Canına yandığımın  adamı, bizi saatlerce bekletti bu soğukta."
Canına yetmek: Bezmek,  bıkmak, bir zorluğa dayanamayacak duruma gelmek."Canıma yetti artık bu işi  yapmayacağım."
Canından bezmek: Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde  olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek."Ne yapayım böyle hayatı, beni  canımdan bezdirdi!"
Canını almak: Öldürmek."Allah canını alsın da  kurtulalım senden!"
Canını bağışlamak: Öldürebileceği bir kişiyi  öldürmekten vazgeçmek."Ona kıyamadı ve canını bağışladı."
Canını dişine  takmak: Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya  çalışmak."Canını dişine takıp koca kayayı parçalamaya devam etti."
Canını  sokakta bulmak: Sağlığını koruması, kendini yıpratmaması ve tedbir alması  gerektiğini anlatmak için kullanılır."Biraz soluk almama izin ver. Ben canımı  sokakta bulmadım."
Canının içine sokacağı gelmek: Birine karşı büyük  ölçüde sevgi duymak, birinden çok hoşlanmak."Öyle ki o yavrucağı canımın içine  sokacağım geliyor!"
Canını vermek: 1. Hiçbir şey esirgememek. 2. Bir  şey uğrunda en değerli varlığını feda etmeye, hatta ölmeye hazır olmak. 3. Bir  şeye aşırı ölçüde düşkün olmak."Vatan uğruna kim can vermez ki?"
Canını  yakmak: 1. Fizikî acı vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da sıkıntıya sokmak;  üzmek, kaygılandırmak."Lütfen canını yakma çocuğun."
Canı tatlı: Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya katlanmayan."Öyle de canı tatlı  ki ne zaman bir şey taşınacak olsa bir bahane bulup ortadan  kayboluyor."
Canı tez: Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan,  ivecen."Bekle de gör, ne canı tez adamsın sen öyle!"
Canı yanmak: 1.  Fizikî bir acı duymak. 2. Bir işte zarar görmek, manevî bir üzüntü  duymak."Canını yakmadan ver o elindekini bana!"
Can kalmamak: Gücü,  kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma düşmek."Daha fazla yürüyemeyeceğim, can  kalmadı bende, siz gidedurun."
Can kaygısına düşmek: Her şeyi bırakıp,  içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında olmak."Ortalık  birbirine girip silâhlar patlamaya başlayınca can kaygısına düştü zavallı  kadın."
Can kulağıyla dinlemek: Kendini vererek, büyük bir dikkatle  dinlemek."Babasının söylediklerini can kulağıyla dinlemeye başladı."
Canla  başla: Seve seve, her türlü zorluğa göğüs gererek, var gücüyle, hiçbir  fedakârlıktan kaçınmayarak."Hepsi canla başla çalıştı."
Canlı cenaze:  Çok zayıf, güçsüz, zayıflıktan kemikleri çıkmış kimse."Adam canlı cenaze  gibiydi."
Canlı yayın: Kişilerin ses ve davranışlarını o anda ve  doğrudan doğruya veren radyo ve televizyon yayını."Parti temsilcileri bu akşam  televizyonda canlı yayında tartışacaklar."
Can pazarı: Herkesin kendi  canının kaygısına düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir  durum, yer."Ortalık toz dumandı; haykırışlar, inlemeler ortalığı çınlatıyordu;  insanlar can pazarının tam ortasındaydılar."
Can sağlığı: Esenlik,  kişinin sağlıklı olması."Ne demeli canım kardeşim, inan bundan ötesi can  sağlığı."
Can sıkıntısı: Yapılacak iş ve bir şeyle oyalanma imkânı  bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine düşülen bunalım."Bütün gün evde  oturuyor, can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyordum."
Can vermek:  1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, yaşar duruma getirmek. 3. Bir şeyi çok ister  olmak."Adam bir kurşunda can verdi."
Can yakmak: 1. Üzmek, acı vermek.  2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak."Şu  hareketlerinle canımı yakıyorsun."
Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak  için birlikte yaşanılan kimse."Her insanın bir can yoldaşına ihtiyacı  vardır."
Cart curt etmek: Göz dağı vermek ya da övünmek amacıyla  abartılı konuşmak."Karşımda cart curt edip durma."
Cart kaba kâğıt:  Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri yapar gibi konuşan, çalım satan kimselere  karşı söylenen küçümseme ünlemi.
Cebi delik: Parasız, cebinde para  tutmasını bilmeyen."Daha ne kadar cebi delik dolaşacaksın."
Cebini  doldurmak: Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek bol para kazanmak."Cebini  doldurmaktan başka bir düşüncesi yok adamın."
Cehennem azabı: 1. Çok  büyük sıkıntı, eziyet. 2. İman etmeyenlerin, kâfirlerin, günahkârların  cehennemde çekecekleri ceza."Allah bizi cehennem azabından  korusun."
Cehennem olmak: Defolup gitmek."Çabuk cehennem ol  yanımdan."
Cemaziyülevvelini bilmek: Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen,  geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek."Sakın güvenme ona, ben  onun cemaziyülevvelini bilirim."
Cendereye sokmak: Çok sıkıştırmak,  manevî baskı altına almak."Adamı cendereye almayı iyi  beceriyorsun."
Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, ters,  güç duruma düşürücü bir cevap vermek."Öyle bir cevap yapıştırdı ki hasmı  donakaldı."
Ciğeri beş para etmemek: Değersiz, kendisine güvenilmez,  korkak, aşağılık (bir kimse olmak)."Bırak, ondan söz etme bana, ciğeri beş para  etmez adamlarla işim yok."
Ciğerimin köşesi: 1. Çok sevdiğim. 2.  Sevgili evlâdım."O, hâlâ benim ciğerimin köşesidir."
Ciğerini okumak:  Karşısındakinin gizli düşüncelerini bilmek, aklından geçenleri anlamak."Bizimi  düşünüyormuş? Ben onun ciğerini okurum; o kendinden başkasını  düşünmez."
Ciğerini sökmek: Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana  uğratmak."Söyle ona, beni oraya getirtmesin, gelirsem ciğerini sökerim  onun."
Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını anlayamayacak kadar kötü  duruma düşmek."Bir tokatta cin çarpmışa döndürdü adamı."
Cin fikirli:  Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını kollayan, çok  anlayışlı."Endişelenmeyin; o cin fikirli, o işin de üstesinden  gelecektir."
Cinler cirit (top) oynamak: Bir yerin ıssız, ürküntü  verir olduğunu anlatmak için kullanılır.
Cinleri başına toplamak:  Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek."Zorla cinleri başıma  topladınız."
Curcunaya çevirmek (veya döndürmek): Bir yeri kargaşa,  şamata, gürültü patırtı ile doldurup kimsenin ne dediğini anlamayacak hâle  getirmek."Çocuklar bir dakikada ortalığı curcunaya çevirdiler."
Cümbür  cemaat: Topluca, hep birden."Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar  verdik."
Cümle kapısı: Konak, saray gibi büyük binaların ana giriş  kapısı."Devletin ileri gelenleri konağın cümle kapısı önünde  toplandılar."
Cüret etmek: Ataklık etmek, yüreklilikle davranmak."O,  hemen herkesin yanında söz söylemeye cüret eden bir yapıya sahipti."
Cürmü  meşhut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suçu işlerken şahitlerle birlikte  yakalamak. Çaba göstermek: Bir işi başarmak için uğraşmak, kuvvet  harcamak."Çaba göstermeden amacına ulaşamazsın."
Ç Harfiyle Başlayanlar
Çabalama  kaptan ben gidemem: "Zorlamanın hiç faydası yok, ben bu işi yapacak güçte  değilim; boşuna uğraşıyorsun, yapamam, gitmem," anlamında kullanılır.
Çağ  açmak: Yeni bir gidişin, tutumun öncüsü olmak; evrensel bir gidişe yol  açmak."İstanbul` un fethiyle yeni bir çağ açıldı."
Çakar almaz: İşe  yarar gibi görünse de aslında yararsız, bozuk olan."Çakar almaz bir tabancayla  bizi korkutacağını sanmıştı."
Çakı gibi: Canlı ve atik, çevik."Çakı  gibi delikanlı olmuş."
Çalımından geçilmemek: Çok kibirli, kurumlu  olmak; büyüklük taslamak, gösteriş yapmak."Adamın çalımından geçilmiyor, ona laf  anlatmak çok zor."
Çalım satmak (caka satmak): Büyüklük taslamak,  kurularak davranmak.
Çalıp çırpmak: Eline ne geçerse (az ve çok)  çalmak, bu yolla kazanç sağlamak."Yoksul kalınca çalıp çırpmaya  başladı."
Çam devirmek: Farkında olmadan karşısındakini kıracak ya da  kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek, davranışta bulunmak."Onun da çam  devirmede üstüne yok hani."
Çam yarması: İri gövdeli  insan.
Çanak tutmak (açmak): 1. Söz ve davranışlarıyla kavgaya,  kargaşaya yol açmak. 2. Dilenmek."Onun bu işe çanak tutmasına fırsat  vermeyeceğim."
Çanak yalayıcı: Dalkavuk, çıkarı için dalkavukluk  eden."Çanak yalayıcılar gün geçtikçe artıyor."
Çan çan etmek: Gerekli  gereksiz sürekli konuşmak, yüksek sesle devamlı gevezelik etmek."Başımda ne çan  çan edip duruyorsun, kes artık şu sesini."
Çanına ot tıkamak: Bir daha  sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma sokmak."Elbet sizin de  çanınıza ot tıkayacağım gün gelecek."
Çantada (torbada) keklik: "Ele  geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmiş sayılır" anlamında kullanılır."Beni  çantada keklik sanıyor ama yanılıyor."
Çaptan düşmek: Önceleri iyi  olan durumu sonradan bozulmuş olmak; çalışma gücü, verimi tükenmiş olmak."Adamın  bir ayda çaptan düşeceğini sandılar."
Çar çur etmek: Gereksiz,  lüzumsuz yere harcayıp tüketmek."Paranı sakın çarçur edeyim deme."
Çarıklı  erkânıharp: Daha ziyade öğrenimi olmayan ama kafası çalışan, kurnaz ve  uyanık köylüler için şaka yollu kullanılır.
Çark etmek: Dönmek, geri  dönmek."Birkaç adım sonra çark ediniz."
Çarkına okumak: Bozmak,  çalışamaz hâle getirmek, zarar vermek; birine büyük kötülük yapmak."Eline alır  almaz saatin çarkına okudu."
Çarşamba pazarı: Her şeyi açıkta olan,  karmakarışık yer."Etrafı çarşamba pazarı gibi yapmış çocuklar."
Çarşaf  gibi: Dalgasız, dümdüz ve durgun."Deniz çarşaf gibiydi."
Çat kapı:  Aniden, beklenmedik bir anda."Oturuyorduk, çat kapı çıkageldiler."
Çat  pat: 1. Ara sıra. 2. Yarım yamalak, biraz. 3. Vakitli vakitsiz, uygunsuz  zamanlarda."Çat pat okuması var diye mektubu ona uzattılar."
Çayı görmeden  paçaları sıvamak: Ham hayaller kurmak; henüz zamanı gelmediği hâlde  yapılacak bir iş, meydana gelebilecek bir olay için hazırlıklara girişmek."Durun  bakalım hele, çayı görmeden paçaları sıvamayın, bir haber ulaşsın  önce."
Çehre züğürdü: Çirkin, suratsız, yüzü yakışıksız."Oğlanı çehre  züğürdü bir kızla evlenmek zorunda bıraktılar."
Çekeceği olmak: Çok  acı çekeceği, sıkıntıya gireceği bir iş ya da durumla karşılaşacağı sezilir  olmak."Öyle anlaşılıyor ki bu çavuştan çekeceğimiz var."
Çekidüzen  vermek: Karışıklığı, dağınıklığı, başıbozukluğu gidermek."Kendine bir çeki  düzen vermelisin artık."
Çekip çevirmek: Yönetmek, düzene sokmak, hâle  yola koymak, çalışmasını sağlamak."Tek başıma bu işi çekip çeviremem ki!"
Çekip gitmek: Savuşmak, bırakıp gitmek, kimseye danışmadan  ayrılmak."Aradığını bulamayınca çekip gitti."
Çekirdekten yetişme: Bir  işi küçük yaştan, çıraklıktan başlayarak öğrenme ve o işte ustalaşma."Ali,  çekirdekten yetişmiş bir marangozdu."
Çekişe çekişe pazarlık (etmek):  Bir malı ucuza almak, ya da pahalıya satmak için titizce uzun süre yapılan  pazarlık."Babam çok istediği atı alabilmek için, atın sahibiyle çekişe çekişe  pazarlık etmeye başladı."
Çelme takmak: 1. Ayağını bacağına geçirerek  yıkmaya çalışmak. 2. Bir işin gelişmesini engellemek veya bir kimsenin iyi  yürüyen işini bozmak."Sakin sakin giden arkadaşını çelmek takarak yere  düşürdü."
Çene çalmak: Gevezelik ederek, çok konuşarak vakit  geçirmek."Komşu kadınları çene çalmaya bayılırlar."
Çenesi düşük:  Geveze, çok konuşan, gereksiz şeyler söyleyen."Senin kadar çenesi düşük bir adam  daha görmedim."
Çenesi kuvvetli: Söylemekten yorulmayan, söylediği  sözlerle kendisini dinletmesini bilen."İyi hatip, acaba çenesi kuvvetli hatip  midir?"
Çene yarıştırmak: Karşılıklı gevezelik etmek, boş  konuşmak."Sizinle çene yarıştırılmaz doğrusu."
Çetele tutmak: Hesap  tutmak amacı ile bir yere çizgiler çekmek."Ahmet amca, veresiye verdiği  mallar için çetele tutmaktan usanmıştı."
Çetin ceviz: 1. Kırılması  zor, kabuğu sert ceviz cinsi. 2. Yola getirilmesi, yenilmesi zor rakip;  başarılması güç iş."Şimdi anlıyordu rakibinin ne deneli çetin ceviz  olduğunu."
Çevir kaz (ı) yanmasın: Karşısındakini kıracak bir söz  söylediğini fark edip de çevirmeye kalkışanlara şaka yollu söylenir.
Çıban  başı: 1. Çıbanın patlamak üzere olan tepe noktası. 2. Kötü sonuçların,  uygunsuzlukların ana sebebi."Bu işte çıban başı mı olmak istersin?"
Çıfıt  çarşısı: Türlü kötülüklerin, hile ve düzenlerin karmakarışık bir durumda  bulunduğu yer."Daireyi çıfıt çarşısına çevirenler tek tek  bulunmalıdır."
Çığır açmak: Bir alanda yeni bir yol açmak; yeni bir  tutum, izlenecek yöntem bulmak."Bilim adamları kanserle mücadelede çığır açmak  için kolları sıvadılar."
Çığırından çıkmak: Yoldan sapmak, doğru ve  uygun gidişten ayrılmak, artık düzelemez hâle gelmek."İşler çığırından çıkmadan  önlem almalıyız."
Çıkar yol: Çare, en tutarlı çözüm yolu."Sınıf  geçebilmek için tek çıkar yol ders çalışmaktır."
Çıkış yapmak: Bir  tartışma esnasında etkili söz ve sert davranışlarla düşüncelerini belirtmek."Ani  bir çıkış yaparak herkesi şaşırttı."
Çıkmaza girmek: Çözümlenemeyecek,  içinden çıkılamayacak bir duruma düşmek."İşler, hiç ummadıkları bir anda çıkmaza  girdi."
Çıngar çıkarmak: Gürültü patırtı, karışıklık ve kavga  çıkarmak."Çıngar çıkarmadan oturtun şu kadını."
Çıt çıkarmamak: Çok  sessiz olmak, hiç ses çıkarmamak, gürültü yapmamak."Çocuklar korkudan çıt  çıkarmıyorlardı."
Çiçeği burnunda: Çok taze, yeni koparılmış."Çiçeği  burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler."
Çifte  kumrular: Birbirini çok seven ve birbirinden ayrılmayan kimseler."İşte çifte  kumrular geliyorlar."
Çiğlik etmek: İnsana yakışmayan; olgunluğa, yaşa  uygun düşmeyen yersiz ve kaba davranışlarda bulunmak."Bir çiğlik edip de  toplantıyı berbat edecek diye ödüm kopuyor."
Çiğ süt etmiş olmak:  Soysuz ve namussuz olmak."Bu yürek yakıcı işi yapmak için çiğ süt emmiş olmak  gerek."
Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: "Herhangi bir suç işlemedim ki  korku duyayım, işi eksik yapmadım ki olumsuz sonuçtan kaygılanayım" anlamında  kullanılır.
Çile çekmek: Üzüntü, eziyet, acı ve sıkıntı içinde  yaşamak."Annen seni büyütünceye kadar ne çileler çekti biliyor  musun?"
Çile çıkarmak: 1. Sıkıntılı bir işin veya durumun sona  ermesini beklemek. 2. Tasavvufta bir müridin belli bir eğitim safhasından  geçmesi."Çile çıkarmayan mürit olgunlaşamaz."
Çileden çıkmak: 1. Çok  öfkelenmek, olan bitenler karşısında dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek.  2. Çile süresini bitirmek."Ben çileden çıkmadan çabuk terk edin  burayı."
Çil yavrusu gibi dağılmak: Toplu hâlde bulunan insanların her  biri, herhangi bir sebeple bir yana dağılmak."Silâh sesini duyunca çil yavrusu  gibi dağılmaya başladılar."
Çirkefe taş atmak: Edepsiz, geçimsiz, kaba  saba kimsenin tepkisine yol açacak davranışlarda bulunmak."Şu çirkefe taş atıp  da başını belâya sokmadan gir içeri!"
Çivi kesmek: Çok üşümek,  donmak."Çocuklar soğuktan çivi kesmişlerdi."
Çizmeden yukarı çıkmak:  Bilmediği, aklının kesmediği, yetkisinin dışında bir işe kalkışmak; haddini  bilmemek."Kes artık, çizmeden yukarı çıkmaya başladın."
Çocuk  oyuncağı: Önem verilecek değerde olmayan, kolay iş."Dereyi geçmek mi? Çocuk  oyuncağı benim için."
Çocuk oyuncağı hâline getirmek: Bir işi sık sık  değiştirip verilmesi gereken önemde ele almamak, küçümsenir duruma getirip  değerinden düşürmek."Ne biçim adamlarsınız siz, bu güzel işi çocuk oyuncağı  hâline getirdiniz!"
Çoğu gitti azı kaldı: İşin en güç, en önemli, en  büyük kısmı bitti, kalanı önemsizdir."Ha gayret çocuklar, çoğu gitti azı  kaldı."
Çok görmek: 1. Esirgemek, bir kimseyi o şeye değer bulmamak.  2. Bir kimsenin yaptığını, davranışını yadırgamak."Gel, çok görme bana bu  işi."
Çoluk çocuk elinde kalmak: Genç, tecrübesiz, çocuk denecek  kişilerin yönetimi altında yaşar durumda olmak."Ülke çoluk çocuk elinde mi  kalacak? Allah korusun!"
Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip, çocukları  dünyaya gelip, onlarla uğraşır olmak."Vay canına! Daha dünkü çocuktu, bugün  çoluk çocuğa karışmış! Zaman ne çabuk da geçiyor."
Çorap söküğü gibi  gitmek: Başlayan bir işin birbirine bağlı diğer bölümlerinin kolaylıkla  halledilmesi."Hele bir başla sen, bak nasıl çorap söküğü gibi gidecek  iş."
Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan bir iş ya da hizmette az da olsa  çabası, emeği bulunmak."Haydi durmayın, çorbada sizin de tuzunuz  bulunsun!"
Çömlek hesabı: Güvenilmez, yanlış hesap."Senin yaptığın  çömlek hesabı, bir muhasebeciye havale et işi."
Çuval gibi: Kaba ve  seyrek, bol ve ütüsüz."Pantolonun çuval gibi olmuş."
Çürüğe çıkmak: 1.  İşe yaramaz olduğu, sağlam olmadığı anlaşılarak bir yana atılmak. 2. Sağlığı el  vermediği için askerlik görevine alınmamak."Çürüğe çıkmak için can atanlar da  yok değil bugün."
Çürük tahtaya basmak: Tedbirsiz hareket edip, kötü  sonuçlanacak bir işe girişmek."Allah kimseyi çürük tahtaya bastırmasın."